Scoulfly
Uzman Üye
- Katılım
- 20 Aralık 2020
- Mesajlar
- 193
- Tepkime puanı
- 649
- İlgi Alanlarınız
- Grafik Tasarım
- Cinsiyet
-
- Erkek
- Bilindiği üzere 12. yüzyılın sonları ile 13. asrın başlarında yalnız Türkleri değil, o zamanki dünyanın büyük kısmını içine alan Asya ve Avrupa’nın bütün milletlerini yakından ilgilendiren hadiseler cereyan etmiştir. Bu sırada yeryüzüne yeni bir düzen vermeye çalışan Türk-Mogol Devletinin teşekkülü gerçekleşmekteydi. İşte bu devlete kurucusundan ötürü bazan “Çingiz”, bazan “Mogol”, zaman zaman da “Türk-Mogol Devleti” veya kaganlığı denmektedir.
Dünya tarihinde adından en çok söz edilen kişilerin başında hiç şüphesiz Çingiz Han gelir. Elbette bunun birtakım sebepleri vardır. Daha çocukluğundan itibaren annesi ve kardeşleriyle beraber pek çok meşakkate göğüs geren Çingiz Han, gençliği sırasında da bugünkü Mogolistan bozkırlarında tutunabilmek için bilhassa kendi akrabası olan Mogol kabilelerine karşı bir mücadele içine girmiştir. İşte bütün bunlardan başarılı bir şekilde çıktıktan sonra o, etrafına topladığı Türkler ve bir avuç Mogol ile dünyanın en büyük devletini kurdu. Elbette kısa bir süre içerisinde böylesine güçlü bir devlet inşası ona haklı bir ün kazandırmıştır.
Bunlar bir yana Çingiz Han’ın zuhuru esnasında o zamanki Orta Asya’nın genel vaziyetinin de gayet müsait olduğunu vurgulamak gerekir. Tarih boyunca Çin’in kuzeyi ve Türkistan’ı idare etmiş büyük Türk hanedanlarının sonu gelmiş, doğudaki Kıtanlar bölünme problemleri yaşamış, küçük küçük hanlıklar veya bölgesel yönetimler birbirleri üstünde kurmak istedikleri otorite kavgaları yüzünden neredeyse kendi kendilerini bitirmişti. Aslında Asya’nın bütün halkları bir kurtarıcının çıkıp da çevreye çeki-düzen vermesini bekler vaziyetteydi. Bu arada ne Müslümanlar, ne de Hrıstiyanlar arasında birlik olmadığı gibi, Çin de parçalanmış bir vaziyetteydi. İslamın batıda ve doğudaki kalesi durumundaki Selçuklu Devletinin sonu gelmiş, bunun bir ucu olan Anadolu Selçuklularının başı Haçlı orduları ve tabiî ki kendi kandaşları beyliklerle belaya girmişti. Hrıstiyanlar ise bildik çatışmalar içerisindeydi, yani Katolikler ve Ortodokslar birbirlerini yiyordu.
Bu sırada Orta Asya coğrafyasında gördüğümüz Türk sülalelerinden ne Turfan Uygurları, ne Kara Hanlılar, ne de Harezmşahlar Türklerin tamamını temsil kabiliyetinde değillerdi. Zaten Uygurlar ile Kırgızlar, Hun ve Kök Türk mirasını çarçur etmiş, Türklerin tarihi yurtlarını Kıtanlara bırakmışlar idi. Dolayısıyla Çingiz’in gelişi Asya’daki dağınık Türk kabileleri açısından da bir ümit ışığıydı. Her ne kadar onların bir kısmı Çingizli hâkimiyetine şiddetle direnmişlerse de, büyük bir bölümü kendiliklerinden Çingiz Han’ın tuğunun altında toplandılar. Bu yüzden Çingizli Devletinin Türklerin tarihinde çok önemli bir yerinin bulunduğunu kimse inkâr edemez.
Çingiz Han bilindiği üzere ölmeden evvel, ülkesini herbirine önemli görevler yüklediği dört oğlu arasında paylaştırdı. Buna bağlı olarak, kaynakların belirttiğine göre; Çagatay yasa, Ögedey maliye, Cuci toy-düğün ve kurultay, Tuluy da ordu işlerini çok iyi biliyordu. Sonuçta Çingiz büyük oğlu Cuci’ye kuzey-batı, yani Kıpçak topraklarını, Çagatay’a Türkistan’ı, Ögedey’e merkezin batı taraflarını, yani Karakurum ve civarını, küçük oğlu Tuluy’a da merkez ile doğu ülkelerini vermişti. Kaganlığın kudretli olduğu zamanlarda herkes Karakurum’a bağlı kaldı. Ancak devletin zayıflamaya başlamasından itibaren her kol kendi kafasına göre hareket etti.
KONUNUN DEVAMI İÇİN OKUNMASI GEREKEN KAYNAK
Prof.Dr. Saadettin Yağmur Gömeç, Türk Tarihinde Çingizliler, Ankara 2017