N
Nefret Noyan
Psikoloji, bir bilim dalı olarak doğduğundan bu yana bilimsel yöntemi kullanarak insan hakkında bilgi üretmek amacını taşımaktadır. Bu bakımdan psikolojinin insanı nasıl incelediğini anlamak için önce bilimin, bilimsel yöntemin ve bilimsel bilginin ne olduğunu kavramak gereklidir. Bu bölümde hem bilimsel yöntemin genel özelliklerini öğreneceğiz hem de psikoloji araştırmalarının özellikleri hakkında bilgi edineceğiz. 2.2. Bilim, Bilimsel Yöntem ve Bilimsel Bilgi Ne Demektir? 2.2.1. Bilim ve Bilimsel Yöntem İnsanlar, var oldukları zamanlardan bu yana, yaşadıkları dünyada olup bitenler hakkında sorular sormuş, onları açıklamak ve gelecekle ilgili tahminlerde bulunmak istemişlerdir. İnsanlık bu ihtiyacını gidermek üzere çok çeşitli yollar üretmiştir. Örneğin astroloji (yıldızlara bakarak olup biteni ve geleceği açıklama) ve falcılık bin yıllardır mevcut olduğu gibi günümüzde de yaygın olarak başvurulan yollardır. Ancak her ikisi de bilim değildir.Bu alt bölümde bilimi bu tür etkinliklerden nelerin ayırdığını öğreneceğiz. Bilimi, sistemli araştırma yöntemlerinin kullanılmasıyla biriktirilmiş bilgi bütünlüğü olarak tanımlayabiliriz. Bilim, doğaya ilişkin deneyimlerimizi anlaşılabilir kılmak amacıyla tutarlı, güvenilir, akılcı bir kavramsal sistem ve yöntem oluşturma çabasıyla gelişmiştir.Gündelik hayatta bilim kelimesini kullandığımızda, hem yeni bilgileri kazanmak için kullanılabilir bir yöntemi ve hem de bu yöntemle toplanmış ve yeni bulgular vasıtasıyla değişebilir bilgi birikimini kastediyoruz. Bilimsel faaliyetlerin genel özelliği, bütün bilim dallarının, doğaya ilişkin sorularını cevaplamak için bilimsel yöntemi kullanmalarıdır. Ancak anlama ve açıklama çabası içine giren her faaliyet kendine göre bir yöntem yani bir bilgi edinme ve üretme yolu kullanmaktadır. Örneğin kahve falı bakarken yarı belirli şekilleri bir şeylere benzetmek ve bunların uyandırdığı duyguları ifade etmek gibi bir usulden yararlanılmaktadır. Hatta bazı şekillerin ortak anlamları (kuşun haber olarak yorumlanması gibi) mevcuttur ve bu durum bir sistematikleştirme çabasıdır. Özel bir yöntem/teknik kullanmak ve yarı sistematik bir değerlendirme yolundan yararlanmak bir bilgi edinme yolunun bilimsel olduğu anlamına gelmemektedir. Bilimsel yöntemi diğer yöntemlerden farklılaştırarak bilimsel yapan birinci özellik, gözlenebilen olayları anlamak için tek tek, sistemli ve objektif bir biçimde çalışarak veri toplamaktır. Ancak bu özellik tek başına yeterli olmamaktadır. Bilimsel yöntemi bilimsel yapan ikinci özellik ise bir dizi benzer olayın altında yatan olguyu anlamak için sistemli bir biçimde araştırma yapmak ve saptanan olgunun genellenebileceği olaylar dizisinin sınırlarını belirleyebilmektir. 2.2.2. Bilimsel Etkinliğin Amaçları Nelerdir? Bir bilimsel etkinliğin beş amacı vardır; a- Doğa olaylarını doğru olarak betimlemek (tarif ve tasvir etmek), bir diğer ifadeyle tam olarak ne olduğunu belirlemek; b- Doğa olaylarını açıklamak (izah etmek), bir diğer ifadeyle neden ve nasıl olduklarını açıklamak; c- Bir grup olguyu açıklayan kuramlar ya da modeller gibi tutarlı bilgi yapıları oluşturmak; d- Yapılan açıklamalara ve kuram/modellere dayalı olarak yeni olguları öngörmek ve bu öngörüleri sınamak; e- Bu öngörülere dayalı olarak insanlık yararına düzenlemeler yapmak. Bu sayılan amaçlar arasında aslında bir aşamalılık vardır. Bir araştırmacı, çalıştığı alanda birikmiş bilginin düzeyine göre, farklı bir aşamadan başlayabilir. Eğer o alanda mevcut olgular daha önceki araştırmacılar tarafından betimlenmiş, çeşitli açıklamalar yapılmış ve kuramlar ortaya atılmışsa, araştırmacılar mevcut kuramların yeni olguları açıklayıp açıklamadığını sınamakla ilgilenebilirler. Eğer yeterince bilgi birikimi yoksa, o zaman mevcut olguları betimlemek veya açıklamakla ilgilenmek gerekir. Bazen aynı olguların farklı izahları veya aynı konuda farklı modeller mevcuttur. O zaman en uygun izahın hangisi olabileceği üzerinde çalışmak uygun olur. Araştırmacılar onlarca yıl aynı konuyu açıklamak için veya mevcut bir modelin öngörülerini sınamak için çalışabilirler. Dolayısıyla bilimsel etkinlik çoğunlukla tek bir kişinin ürünü olmaktan çok, çok sayıda araştırmacının yıllar süren çalışmalarıyla yürütülen birikimli bir süreçtir.Bilimsel etkinliklerin amaçlarını gerçekleştirmesi ancak araştırmacıların geçmişten aldıkları bilgi birikimini geliştirip yeni kuşaklara aktarması ile mümkün olabilmektedir. Bazen tek bir kişi tarafından yapılmış görünen bir buluş, kendisinden önceki onlarca araştırmacının çabalarıyla (hatta desteklenmeyen hipotezleriyle) ulaşılmış yer sayesinde mümkün olabilmektedir. Doğru bilgi kazanmak, birbiri üzerine eklenen, yeni bilgiler eklendikçe daha öncekilerin aksayan veya eksik yönlerinin görülmesine neden kesintisiz bir süreci gerektirmektedir. 2. 2. 3. Bir Bilginin Bilimsel Olması Ne Anlama Gelmektedir? Ülkemizde hayatında en azından bir kez kahve falı baktırmamış olan kişi herhalde yok gibidir. Yine de hepimiz falcının söylediklerinin bilimsel bir temeli olmadığını biliriz. Bazen falcının söyledikleri ya da astrologların yorumları doğru bile olabilir. Ancak o durumda bile söylenenlerin bilimsel bir bilgi olmadığının farkındayızdır. O hâlde bilimsel bir bilgiyi diğerlerinden ayıran özellikler neler olabilir? Bilimsel bilgi, kişinin kanaat ve inançlarının bir ürünü olmayan; deney ve gözlem yoluyla toplanan ve nesnel olgulara dayanan bilgidir. Bir bilginin isabetli ya da doğru olması, onun bilimsel bir bilgi olmasının bir göstergesi değildir. Bilimsel bir bilgiyi diğerlerinden ayırt eden özellik, o bilginin elde ediliş tarzı ile ilgilidir. Bilimsel bir bilgi, herkes tarafından gözlenebilir (sadece duyu organlarını değil, mikroskop ya da test gibi aletleri de hesaba katmalısınız), ölçülebilir, sınanabilir, tekrarlanabilir ve iletilebilir bir bilgidir. Bazen tam olarak açıklayamadığımız, sezgilerimiz yoluyla öyle olduğu sonucuna vardığımız kanaatlerimiz ya da fikirlerimiz olabilir. Bu gibi durumlar bilim insanları için de geçerlidir, hatta kimi zaman buluşların kaynağı sezgiler olabilir. Ancak burada bilim insanı ile falcıyı ayıran şey, bilim insanlarının bu sezgilerinin geçerli olup olmadığını görmek için sistematik olarak gözlemler ve deneyler yürüterek çalışmaları, bir diğer ifadeyle bilimsel yöntemi kullanarak araştırmalar yürütmeleridir. 2.3. Bilimsel Bir Araştırma Nasıl Tasarlanıp Yürütülür? Bilimsel araştırma doğayla ilgili sorulara, bilimsel bir tutumla yaklaşma ve bilimsel yöntemi kullanarak cevap arama sürecidir. Daha önce, bilimsel yöntemin birinci özelliğinin gözlenebilen olayları anlamak için tek tek, sistemli ve objektif bir biçimde çalışarak veri toplamak olduğundan söz etmiştik. İkinci özelliğin burada bizim için önemli olan kısmı, bir dizi benzer olayın altında yatan olguyu anlamak için sistemli bir biçimde araştırma yapmaktır. Psikolojide de bir araştırma yürütülürken dikkatli ve sistemli gözlemlerle veri toplanır; bu gözlemleri açıklayabilmek için kuramlar geliştirilir; bu kuramlara dayanarak yeni tahminlerde bulunulur ve sonra bu tahminlerin doğru olup olmadığını yine verilere dayanarak, sistemli bir şekilde sınanır. Dolayısıyla süreci anlayabilmek için iki temel konuyu incelemeyiz; ilki araştırma sürecinin nasıl başladığı, planlandığı ve uygulandığı; ikincisi ise psikolojide ne tür veri toplama yollarının kullanıldığı. Konumuz psikoloji olduğuna göre, bu bölüm insanlar üzerinden örnekler kullanılarak ve insanları incelemekle ilgili kimi güçlüklere yer verilerek anlatılacaktır. 2.3.1. Bir Araştırma Sürecini Nasıl Tasarlarız? Bir araştırmanın tasarlanması basamak basamak ilerleyen bir süreçtir. Araştırma probleminin ortaya konulmasından elde edilen verilen bilimsel kamuoyu ile paylaşılmasına kadar her basamak titiz ve özenli bir çalışmayı gerektirmektedir. Bütün araştırmalar bir soru ile başlar, bir diğer ifade ile bir soruya cevap verme amacını taşır. Ancak bilimsel bir araştırma, bilimsel yollarla incelenebilir bir soru (problem) ile başlamalıdır. İnsanların sorduğu pek çok soru vardır; ölümden sonra nasıl bir hayat bizi bekliyor, dünya dışında canlı yaşam var mıdır, dünya dışında yaşayan zeki varlıkların fiziksel özellikleri bize benziyor mu…. gibi soruları şu anda bilimsel olarak ele alıp inceleyemiyoruz.Çünkü mevcut bilgi birikimi dahilinde, bazılarının olgusal olarak tanımlanması ve bazıları için ise gözlenebilir, ölçülebilir, sınanabilir bir araştırma tasarlanması mümkün değildir. Ancak bir de şunu düşününüz, Jules Verne 1865 yılında “Aya Seyahat” romanını yazdığında, “Ayda yaşam var mıdır?” sorusu bilimsel olarak ele alınamaz bir soruydu çünkü sınanması için oraya gitmek, örnek alıp incelemek gibi veri toplama olanakları hayal bile edilemiyordu. Jules Verne, bu romanıyla, ayda yaşamın olup olmadığı sorusuna, bir edebiyatçı olarak bir cevap ve bir hayal sunmuştur. Aradan geçen yaklaşık 100 yıl içerisinde, bu hayalin peşinden giden bilim insanlarının biriken bilimsel araştırmaları yoluyla bu soruyu bilimsel olarak cevaplayabilmek için gerekli bilgi ve donanım edinilmiştir. Dolayısıyla bugün bilimsel olarak araştırılamaz gözüken sorular yarın araştırabilir olabilmektedir. Ancak yine de her bilimsel araştırmanın mevcut durumda incelenebilir bir soru ya da problem ile başlaması gerekir. Gündelik hayattaki gözlemlerimize ya da sezgilerimize dayanarak sorduğumuz soruların araştırılabilir hâle dönüşebilmeleri için üzerlerinde biraz çalışmak gerekir. İleriki sayfalarda, gündelik soruların bilimsel bir araştırma sorusuna nasıl dönüştürülebileceğini açıklayan bir örnek bulacaksınız. Daha sonra araştırmacı, sorduğu sorunun cevabı hakkında bir tahminde, bir öngörüde bulunmalıdır. Buna araştırma sürecinin ikinci basamağı olan hipotez diyoruz. Problem ve hipotez belirlendikten sonra, bunlara uygun olarak ve o konudaki mevcut bilgi birikiminin ışığında araştırma süreci tasarlanır. Bunun için çalışmanın kimler üzerinde yürütüleceği, hangi ölçme/değerlendirme yollarının kullanacağı, araştırmanın türü/deseninin nasıl olacağı, veri toplama sürecinin nasıl düzenleneceği, toplanan verilerin hangi istatistik tekniklere analiz edileceği basamaklarının belirlenmesi gerekir. Bütün basamakların nasıl gerçekleştirileceğini planladıktan sonra, artık veri toplama zamanı gelmiştir. Daha sonra elde edilen veriler analiz edilerek, bulgular incelenir. Böylece sorduğumuz soruya verdiğimiz cevabın geçerli olup olmadığını test etmiş oluruz. Eğer cevabımız doğrulanmamışsa ve araştırmanın yöntem düzenlemelerinde bir sorun yoksa, o zaman bu sorunun olası diğer cevapları üzerinde çalışmaya devam etmek gerekir. Çünkü her hipotez, araştırma bulgularıyla desteklenene kadar geçici bir çözüm teklifidir. Araştırmacı ister sonuçlar beklediği gibi çıksın, isterse çıkmasın, araştırmasının sonuçlarını bilimsel kamuoyu ile paylaşmalıdır. Bunu yapmanın yolu, alanla ilgili kongrelerde sunun yapmak ve bilimsel araştırma makalelerini basan akademik dergilerde yayınlamaktır. 2.3.2. Gündelik Bir Sorudan Bilimsel Bir Araştırmaya Doğru Gündelik hayatta pek çok kişinin gözlemleyebileceği bir konu ya da düşünebileceği bir soru ile başlayarak bunun bilimsel bir araştırma sürecine nasıl dönüşebileceğini görelim. Diyelim ki, ders çalışırken kahve içtiğinizde daha uzun sürelerle çalışabildiğinizi gözlediniz. Aklınıza gelen soru “ acaba kahve içmek ders çalışabilme süremi uzatıyor mu” şeklinde olabilir. Şimdi, bir psikolog sizin sorduğunuz bu soruya bir cevap bulmak üzere bir araştırma tasarlamak isterse neler yapması gerekir? Önce gündelik üslupla sorulmuş bu sorunun araştırılabilir bir hâle dönüştürülmesi gerekir. Bunu yapmanın en uygun yolu soruyu gözlenebilir, ölçülebilir, sınabilir ve tekrarlanabilir şekilde tanımlamak üzere okumak ve düşünmektir. Şimdi yeterince mevcut çalışmaları okuyup incelediğimizi; olası araştırma değişkenlerinin neler olduğu ve nasıl ele alınabileceğini ilişkin fikirler geliştirdiğimizi; bu sorunun cevaplanmaya değer bir soru olduğuna karar verdiğimizi varsayarak düşünmeye başlayalım. Aslında, bu soruda birbirini etkilediği var sayılan iki değişken vardır: kahve içmek ve uzun süre ders çalışmak. Şimdi her iki değişken ile tam olarak ne kasıt edildiği üzerinde biraz düşünmeliyiz. Uzun süre ders çalışmak denildiğinde, bir metni başından kalkmadan, zihni dağılmadan okuyabilmek kasıt edilmektedir, yani dikkatin dağılmaması, yani dikkatin korunabildiği süre. Dolayısıyla değişkenlerimizden birini “dikkat süresi” olarak tanımlamamız mümkündür. Diğer değişken ise kahve içmektir. Kahve içmek belirli, herkes tarafından aynı şekilde anlaşılabilecek bir şey gibi görünmektedir. Fakat bir araştırma tasarlamak için hangi kahve, ne kadar kahve, nasıl bir kahve gibi konuları açıklığa kavuşturmak durumdayız. Çünkü araştırma sonuçlarının başka araştırmacılar tarafından tekrarlanabilirliği ancak buna bağlıdır. Burada bir yol, gerçekten kahve kullanmak ve kahvenin türü, kullanılan kahvenin miktarı, yoğunluğu gibi faktörleri standardize etmektir. Ancak bir yol da, eğer kahvenin etken maddesinin kimyasal olarak ne olduğunu okumalarımızdan öğrenmişsek ve kahvede bulunan kafeinin etkili olabileceğini düşünürsek, o zaman kahve içme değişkenini “… mg” kafein alımı olarak tanımlamaktır. Bu daha güvenli bir yoldur, çünkü araştırmayı yürütürken insanların kahve sevip sevmemeleri, verilen kahveyi bitirip bitirmemeleri gibi olası bozucu etmenler ortadan kaldırılmış olacaktır. Bu durumda kafeini mesela tablet olarak veya enjeksiyon yoluyla verebilmemiz mümkün olacaktır. Bu aşamada sorumuz artık şu hâle gelmiştir: “5 mg kafein alımı, dikkat süresini uzatıyor mu?” Değişkenler tanımlandığı için, soru incelenebilir bir araştırma problemi hâline dönüşmek üzere gibi görünmektedir. Şimdi şunu düşünmeliyiz, dikkat süresinin uzamış olduğunu nereden anlayacağız? Bu konunun iki boyutu vardır; birincisi dikkat süresini nasıl belirleyeceğimizle ilgilidir. Bir psikolog olarak mevcut dikkat düzeyini ölçen testlerden birini kullanmamız mümkündür. Eğer böyle bir test yoksa ve dikkatin yapısını biliyorsak, o zaman böyle bir test/görev geliştirmemiz de mümkündür. Biz mevcut bir testi kullandığımızı varsayalım. Bu durumda dikkat süresini AB testinden elde edilen puanın yüksekliği olarak tanımlamış oluruz. Sürenin uzayıp uzamadığını da puanların artıp artmadığına göre belirlemiş oluruz. Dolayısıyla sorumuz şöyle olmuştur: “5 mg kafein alımı, AB dikkat testinden alınan puanları arttırmakta mıdır?” Bu konunun ikinci boyutu ise, kafein alımının dikkat puanlarını arttırıp arttırmadığını nasıl anlayabileceğimiz meselesidir. İlk akla gelebilecek yol, bir gruba kafein vermek, diğer gruba vermemek ve her iki grubun dikkat puanlarını karşılaştırmaktır. Bu durumda sorumuz şu hâle gelir: “5 mg. kafein verilen grup ile verilmeyen grubun AB dikkat testinden aldıkları puanlar arasında anlamlı bir fark var mıdır?” Bu yapısıyla sorumuz artık bilimsel olarak incelenebilir bir hâle dönüşmüş, bir araştırma problemi halini almıştır. İkinci aşama, sorduğumuz sorunun olası cevabının verilmesi yani hipotezin ifadesi olacaktır. Bu örnekte hipotezimizi gözlemlerimiz doğrultusunda belirleyebiliriz. Gündelik ifadesiyle olası bir cevap; “evet, uzatıyor, ben daha iyi çalışıyorum” olabilir. Ama araştırılabilir bir dilde ifade ettiğimiz sorunun cevabı da ona uygun olmalıdır. Bu durumda, hipotezimiz, “5 mg. kafein verilen grupla kafein verilmeyen grubun AB dikkat testinden aldıkları puanlar arasında anlamlı bir fark vardır” şeklinde olacaktır. Üçüncü aşama, bu sorunun nasıl bir araştırma kurgusuyla cevaplanabileceği yani araştırmanın yöntem bölümünün tasarlanmasıdır. Kafein alan ve almayan grupların dikkat testinden elde ettikleri puanları karşılaştıracağımıza göre, iki grubumuz olmalıdır, bu gruplardan birine kafein vermeli, diğerine vermemeli ve belirli bir sürenin sonunda her ikisine de dikkat testini uygulamalıyız. Süreç basitçe böyledir. Ancak, yine düşünülmesi gereken pek çok şey vardır. Eğer bir gruptaki bireylerin dikkat süreleri zaten uzunsa, o zaman gruplar arasında çıkabilecek fark nasıl kafeine bağlanabilir? O zaman her iki gruptaki bireylerin dikkat sürelerini kafein vermeden önce de ölçmemiz, sonra kafein uygulamasını yapmamız/yapmamamız ve sonra tekrar dikkat ölçümü yapmamız gerekir. Yoksa asla aradaki farkın kafeinden kaynaklandığından emin olamayız. Bunun gibi pek çok olası bozucu etmen üzerinde düşünüp kararlar vermeli ve deney düzenini tasarlamalıyız. Örneğin açlık/tokluk gibi hem dikkat düzeyini ve hem de kafeinin etki süresini etkileyebilecek etmenlerin nasıl kontrol altına alınabileceği (örneğin sabah aç karnına gelmesi sağlanan deneklere önce kahvaltı verildikten sonra ön test, arkasından deney grubuna kafein uygulaması, kana karışmasının beklenmesi ve son test, diğer gruba aynı sürenin sonunda son test gibi) düşünülmelidir. Bu bir örnek olduğu için deneklerin belirlenmesi, veri toplama sürecinin tasarlanması ve yürütülmesi aşamalarında bu deneyin sonuçlarını etkileyebilecek ve bu yüzden kontrol altında tutulması gereken diğer etmenlerin neler olabileceği üzerinde durmayacağız. Ama eğer gerçek bir araştırma yapıyor olsaydık, mevcut bilgi birikimi ve kişisel tecrübelerimiz çerçevesinde daha ayrıntılı düşünerek, araştırmanın güvenirliğini arttırmak üzere bir dizi düzenleme daha yapmamız gerekecekti. Veri toplamayı tamamladıktan sonra artık sıra verilerin uygun istatistik tekniklerle analizine gelmiştir. Araştırma sorumuz iki grup arasındaki farkları inceleyecek şekilde ifade edildiğine göre, buna uygun bir istatistik analiz yapıp (bu örnekte t testi) aradaki farkın anlamlı olup olmadığını belirlememiz mümkündür. 2. 4. Psikolojinin Kullandığı Araştırma Yöntem ve Teknikleri Nelerdir? 2.4.1. Psikolojide Kullanılan Araştırma Yöntem Türleri Araştırmalarda temelde üç farklı yöntemsel düzenleme ile farklı seviyelerde bilgi toplayabiliriz; betimsel, korelasyonel ve deneysel yöntemler. Betimsel araştırmalar, mevcut durumu olduğu haliyle ortaya koyan, olguları ve belli başlı özelliklerini tanımlayan, karşılaştıran bir araştırma türüdür. Dikkat edilirse bu araştırma türü, bilimsel etkinliğin amaçlarının birincisine karşılık gelmektedir. Korelasyonel araştırmalar, gözlenen olgular arasındaki bağlantıları ya da ilişkileri inceleme amacını taşır. Bu durumda yine mevcut durumu olduğu gibi tanımladığımız için özünde betimsel nitelikli bir araştırma yürütmüş oluruz. Ancak tanımlanmış olgular arasındaki bağlantılar incelendiğinden ve artık daha karmaşık istatistik analizlerle bu tür verilerden mevcut modelleri sınayabilecek sonuçlar elde edilebileceğinden “korelasyonel araştırmalar” olarak ayrı bir başlık altında ele alınabilmektedir. Korelasyonel araştırmalar neden sonuç bağlantıları hakkında sonuçlar çıkarmamıza izin vermez. Bu durumu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz. Bir araştırmacı, dondurma satış miktarıyla, denizde boğulan insan sayısı arasında çok yüksek bir ilişki (korelasyon) tespit etmiştir. Benzeri bir yüksek ilişki satılan dondurma miktarıyla, plaj terliği miktarı; boğulma sayısı ile mayo satışları arasında da bulunabilir. Hepimiz muhakeme yoluyla çıkarsayabiliriz ki, aralarında yüksek korelasyon bulunmasına rağmen, bu değişkenler arasında bir neden-sonuç bağlantısı olması mümkün değildir. Örneğin insanların dondurma yedikleri için denizde boğulduklarını düşünmeyiz. Bütün bunların tamamını etkileyen, tamamına neden olan bir başka değişken bulunmaktadır ve hepsinin nedeni odur (ki bu örnekte havanın ısısının yüksekliği). Dolayısıyla değişkenler arasındaki ilişki, neden sonuç bağlantıları hakkında konuşmak için eksik ve yetersiz bir bilgi düzeyidir. Deneysel araştırmalar ise, olguların nedenlerini açıklamak, öngörüleri, kuram ya da modelleri sınamak gibi daha ileri seviyedeki araştırma amaçlarına ulaşmamızı sağlar. Yalnız deneysel araştırmalar yoluyla neden sonuç bağlantıları üzerinde konuşacak sonuçlara ulaşabiliriz. Bu tür araştırmalardan elde edilen bilgiye duyulan güven, araştırmacının araştırma sorusunu oluşturan değişkenleri ve olası bozucu etmenleri kontrol edebilmesine dayanır. Çünkü ancak bu koşullarda, bir olgunun nedeni olabileceğini düşündüğümüz bir diğer olgu ya da durumun gerçekten etkili olup olmadığını test etme olanağımız olur. “Gündelik bir sorudan araştırılabilir bir soruya” kısmında verilen örnekte basit bir deneysel desen kurgulanmıştır. Deneysel araştırmaların edinilen bilginin güvenirliği açısından farklı düzeylerde (yarı deneysel, deneysel gibi) tasarlanması mümkündür. Ancak konunun bu ayrıntılarına girmeyeceğiz. Bir araştırma tasarlarken, ne tür bir yöntem kullanacağımıza nasıl karar vereceğiz? Sorumuzun ya da problemimizin mahiyeti ne tür bir araştırma tasarlayacağımızın en önemli belirleyicisidir. Bir diğer belirleyici alandaki birikmiş bilginin düzeyidir. Eğer yeterince betimsel ve korelasyonel bulgu birikmişse, tutarlı izahlara ulaşılabiliyorsa o zaman deneysel araştırmalar tercih edilmelidir. Çünkü ancak o zaman davranışların nedenleri hakkında sonuçlar çıkarmak ve/veya tahminlerimizi sınamak mümkün olmaktadır. Psikoloji alanında, insan davranışları değişip çeşitlendiği için betimsel araştırmaların da sıkça kullanılması gerekir. Örneğin yeni ortaya çıkmış bir alan olarak, sosyal medya ortamlarındaki insan davranışlarının açıklanabilmesi için önce bu davranışların mahiyetini ve diğer insan özellikleriyle bağlantılarını gösteren betimsel ve korelasyonel araştırmalara ihtiyaç vardır. Bazı konularda etik nedenler yüzünden insanlar üzerinde deneysel araştırmalar düzenlemek mümkün değildir. Örneğin, bebeklerin sevgi ve şefkat eksikliğine maruz kalmasının zihinsel gelişimleri üzerindeki etkisini deneysel olarak inceleyemeyiz. Çünkü bu durumda, iki grup yeni doğan bebek almamız ve bir grubu sevgi/şefkat eksikliğinden mahrum bırakarak büyütmemiz gerekirdi ve eğer böyle bir etki varsa, zihinleri az gelişmiş insanlar yetiştirerek insanlığa zarar vermiş olurduk. Böyle bir deney düzeninin vicdanen mümkün olamayacağı açıktır. Bu konuda ancak betimsel araştırmalar yoluyla, yani çeşitli nedenlerle, kendiliğinden gelişen koşullarda bu tür ortamlarda büyümüş çocukları inceleyerek çalışmalar yürütebiliriz. 2.4.2. Psikolojide Kullanılan Veri Toplama Yolları Psikoloji alanında ağırlıklı olarak insanlardan veri toplarız. Çeşitli nedenlerle hayvanlarla yürütülen çalışmalarda vardır. Veri toplarken gözlem, görüşme, anket, ölçek, testler ve özel alet ve görevler kullanabiliriz. Şimdi bu tekniklerin özelliklerini kısaca gözden geçirelim. 2.4.2.1. Gözlem Gündelik hayatta hepimiz yaygın olarak kullandığımız bir bilgi edinme yolu olan gözlem, psikologların kullandığı önemli veri toplama yollarından biridir. Ancak veri toplamak amacıyla yapılan gözlemi, hayat içinde kullandığımız gözlemden ayıran bazı hususlar vardır. Gözlemlerin bir veri toplama yolu olabilmesi için kayıt edilmeleri ve incelenecek işlev açısından değerlendirilmeleri gerekir. Genel olarak iki şekilde gözlem yapılabilir; doğal hâlde gözlem ve sistematik gözlem. Doğal hâlde gözlemde araştırmacı, hiç bir müdahalede bulunmaksızın, gözlem yapılmayan durumun aynen korunmasına özen göstererek gözlem yapar. Bu gözlem yolu her hangi bir işlevin, davranışın ya da durumun doğal ortamında nasıl oluşageldiğini bütün yönleriyle görmemizi sağlar. Genellikle araştırmalar için etkili bir başlangıç noktasıdır. Sistematik gözlem ise, önceden seçilip belirlenmiş belirli bir davranış, işlev ya da durumların belirli bir plana ya da sisteme göre, izlenmesi ve kayıt altına alınması demektir. Gözlemler, işaretleme listeleri kullanılarak ilgili işlevin/davranışın ya da durumun varlığı, sıklığı, şiddeti, niteliği gibi çeşitli özellikleri açısından puanlanarak değerlendirilmelidir. Kimi durumlarda gözlem günlükleri tutmak da mümkündür. Örneğin doğal hâlde gözlem yaptığımızda gözlem günlüğü tutmak uygun bir kayıt yolu olabilir. Günümüzde gözlemler için genellikle görüntü veya ses kayıtları alınması tercih edilmektedir. Ancak bu tür kayıtların da sonradan işaretleme listeleri ve taksonomiler kullanılarak ilgili işlev açısından puanlanması veya değerlendirilmesi gerekmektedir. Gözlem tekniği son derece etkili bir veri toplama yolu olmasına rağmen, bu yolla elde edilen bilgilerin güvenirliğine gölge düşürebilecek çok sayıda etmen vardır. Gözlemci yanlılığı pek çok durumda en önemli zedeleyici unsur olarak karşımıza çıkar. Bugün görüntü kaydı alarak gözlem yapılması ve bu kayıtların bağımsız gözlemciler tarafından değerlendirilerek daha sonra puanlayıcılar arası güvenirliğin incelenmesi, bu etmenlerin ortadan kaldırılmasına yardımcı olmaktadır. Bunun dışında, gözlemleri değerlendirdiğimiz araçların uygun ve yeterli hazırlanmış olması da güvenirliği arttırır. Gözlemlerde dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, gözlenilen ortamın ve gözlem zamanının ilgili işlevin ortaya çıkışı bakımından temsil ediciliğinin sağlanmasıdır. 2.4.2.2. Görüşmeler Görüşme, araştırdığımız probleme bağlı olarak hazırladığımız sorular çerçevesinde, sözel olarak ve yüz yüze yürüttüğümüz bir bilgi toplama yoludur. Görüşme tekniği, belirli bir konuda daha derinlemesine bilgi edinme olanağı sağlamaktadır. Görüşmeler birey ile veya küçük gruplar ile yürütülebilir. Sorulan soruların özelliklerine göre, yapılanmış, yarı yapılanmış veya yapılanmamış olarak tasarlanabilirler. Yapılanmış görüşmelerde, araştırmacının soracağı sorular önceden tam olarak belirlenmiştir. Hatta kimi durumlarda cevap seçenekleri de önceden belirlenebilir ve araştırmacı, katılımcının cevaplarına dayalı olarak uygun seçenekleri işaretler. Yarı yapılanmış görüşmelerde, araştırmacının soracağı sorular belirlenmiştir ancak araştırmacı konuyu deşmek ya da geliştirmek amacıyla yan sorular ekleyebilir. Yapılanmamış görüşmelerde ana noktalar veya konular bellidir ancak görüşmenin seyri her katılımcıda farklı gelişebilir. 2.4.2.3. Anket/Soru Listeleri Anket, bir araştırmanın amacına uygun düzenlenmiş bir soru listesidir. Anketlerde bireyler kendileri veya belirli bir konudaki görüşleri hakkında sorulan soruları yazılı olarak cevaplarlar. Anketler katılımcıların belirli bir konudaki görüşlerini veya mevcut durumu saptamak için uygundurlar. Eğer araştırmacı, büyük grupların belirli bir konudaki görüş, düşünce ya da davranışlarını belirleme amacına sahipse anket kullanması uygun olur. Örneğin, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin kantin ve kafeteryalar hakkındaki görüşlerini, kullanma sıklığı, ne amaçla kullandıkları gibi davranışlarını belirlemek istiyorsak anket kullanmamız uygun olur. 2.4.2.4. Ölçekler Bir bireyde belirli bir özelliğin mevcut olup olmadığını ve ne kadar sahip olduğunu değerlendirmek istiyorsak ölçek kullanırız. Dolayısıyla ölçekler, belirli bir özelliğe ya da niteliğe (depresyon eğilimi, eşcinsellere yönelik tutumlar gibi) sahip olma miktarını belirlemek için kullandığımız araçlardır. Katılımcılar ölçekte belirtilen davranışları ne sıklıkla yaptıklarını veya ne kadar sahip olduklarını kendi beyanları ile bildirirler. Ölçeklerden ilgili özelliğin düzeyini bildiren bir puan elde edilir. Sıklıkla karıştırılsa da ölçekler ile anketler yapı ve amaç itibariyle birbirlerinden farklı özelliklere sahiptir. Anketler belirli bir özelliğe sahip olma düzeyini belirleme amacı taşımazlar, belirli bir konudaki görüşler, düşünceler, davranış biçimleri vb. gibi nisbeten daha geçici durumları belirlemeye çalışırlar. İnsanların çeşitli özelliklerinin düzeyini belirmeye yönelik çok sayıda ölçek geliştirilmiştir. Bu araçların en önemli sorunu kişinin kendi beyanına bağlı olmalarıdır. Ancak ölçeklerde sorgulanan, belirli bir özelliğe (örn: utangaçlık) sahip bir bireyin, gündelik hayattaki utangaçlık göstergesi olan davranışları ne sıklıkla yaptığıdır. Bir diğer ifadeyle, bireye bir ankette olabileceği gibi “kendinizi utangaç buluyor musunuz” gibi bir soru sorulmaz. Gündelik hayatta utangaç olan bireylerde tipik olarak görülen davranışları ne sıklıkla yaptıklarına ilişkin bir dizi soru (yeni tanıştığım birinin gözlerine bakarak konuşmaktan kaçınırım) sorulur. Böylece aslında anketlerden farklı olarak dolaylı bir ölçüm yapılmış olur ama bu değerlendirmeyi yapan yine bireyin kendisidir. 2.4.2.5. Testler Bir psikolojik test, belirli bir özelliği tanımlayan/ifade eden bir davranış örnekleminin nesnel ve standart ölçümü için hazırlanmış araçtır. Testlerde değerlendirilmek istenen özelliğin ya da yapının kullanılmasını/icrasını gerektiren sorular/görevler/uyaranlar sunulur. Bireylerin sunulan bu durumlardaki tepkileri nicelik ve/veya nitelik açısından puanlanır ve değerlendirilir. Dolayısıyla testler ölçeklerde olduğu gibi bireyin beyanına dayalı değildir. İlgili özelliği/yapıyı ortaya çıkartmak üzere hazırlanmış görevlerdeki performansını doğrudan gözleyerek değerlendirmeye dayalıdırlar. Örneğin utangaçlık ölçümü yaptığımızı düşünelim, bu durumda test ortamında bireyin ilk kez karşılaştığı bir kimsenin gözlerine ne kadar süreyle baktığını göz hareketlerini kayıt ederek tesbit edersek tepki düzeyini doğrudan ölçmüş oluruz. Testlerin içeriği, malzemeleri, sırası, yönergeleri, uygulama biçimi ve düzeni, puanlama biçimi standart hâle getirilmiştir. Çünkü önemli olan uygulama koşullarının sabit tutulmasıdır. Ancak böylece cevap (puan) farklılıklarının ölçülen nitelikteki (davranıştaki) bireysel farklılıklardan kaynaklandığı söyleyebilmemiz mümkündür. Bu bakımdan psikolojik testler ancak, ilgili test ile ilgili eğitim ve supervizyon almış bir psikolog tarafından kullanılmalıdır. Ayrıca bireyler hakkında doğru tanı ve değerlendirme yapabilmek ve karşılaştırabilmek için bireylerin bu testlere aşina olmamaları gereklidir. Çünkü aşinalık testteki performansı etkiler ve dolayısıyla elde edilen puanlarının güvenirliğini zedeler. Bu yüzden testlerin belirli bir gizlilik değeri vardır, açıkça paylaşılması uygun değildir. 2.4.2.6. Özel Alet ya da Görevler Kimi durumlarda belirli yapı ya da özelliğe sahip olunma düzeyini görmek için, test kadar kapsamlı olmayan görevler oluşturulması gerekir. Kimi durumlarda da belirli özellikleri belirlemek için bazı alet ve düzenekler geliştirmek gerekir. Örneğin bireylerin tepki hızlarını ölçmek istediğimizi düşünelim. Geliştirdiğimiz görev, belirli bir arayla yanan ışıklardan kırmızı olanı görüldüğünde bir düğmeye basmak olsun ve tepki hızı, ışığın görülmesi ile düğmeye basma arasında geçen süreye göre puanlanıyor olsun. İşte böyle bir düzenek kurduğumuzda (ışıklı bir panel, düğmenin bulunduğu ayrı bir panel, sürenin belirlenmesi için gerekli malzemeler vb) bu bizim geliştirdiğimiz bir alet olur. Tıpkı testlerde olduğu gibi, alet ve görevler de içerik, kullanılan malzemeler, yönergeler, sıra, uygulama biçimi ve düzeni, puanlama vb. özellikleri bakımından standartlaştırılmıştır